Paulo Coelho: Simyacı


TANITIM: 

Simyacı, dünyaca ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelho'nun üçüncü romanı. 1996 yılından bu yana Türkiye'de de çok okundu, çok sevildi, çok övüldü bu kitap. Bir büyük Doğu klasiği olan Mevlâna'nın ünlü Mesnevî'sinde yer alan bir küçük öyküden yola çıkarak yazılan bu roman, yüreğinde çocukluğunun çırpınışlarını taşıyan okurlar için bir "klasik" yapıt haline geldi.

Simyacı, İspanya'dan kalkıp Mısır piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun masalsı yaşamının öyküsü. Ama aynı zamanda bir "nasihatnâme"; "Yazgına nasıl egemen olacaksın? Mutluluğunu nasıl kuracaksın?" gibi sorulara yanıt arayan bir yaşam ve ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen bu romanın, dünyanın dört bir yanında bunca sevilmesinin gizi, kuşkusuz bu kılavuzluk niteliğinden kaynaklanıyor. 

Simyacı'yı okumak, herkes daha uykudayken şafak vakti uyanıp, güneşin doğuşunu izlemeye benziyor.


                                                YORUMUM

Bu bir arayış hikayesi. İnsanın kendini gerçekleştirmesi için yol arıyor. Bir çoban, kendi hazinesini yani tekamülünü keşfetmek için yollara düşüyor. Eğer işaretleri doğru okursak ve yolumuzdan sapmazsak ,onu aslında ne kadar yakında olduğunu keşfedebileceğimizi anlatıyor. 

Anlam arayışında olan bir insan bütün engellere rağmen hedefinden ayrılmamalı. İnsan az ile yetinmemeli, bahaneler arkasına saklanmamalı çünkü yıllar sonra geriye bakınca hayalleri yarım kalmış bir insan, hayattan zevk alamadığını, bir şeyler eksik olduğunu duyumsar ama nedenini bilemez. Zira içindeki o ses susturulmuş ve kalbindeki heyecan ölmüştür. Sadece, gün be gün yaşamakta ve bir şeylerin yarım kalmış hissini duyumsar.

Bize elimizdekilerle yetinmeyi öğrettiler, daha fazlasını düşlemek ya da istemek açgözlülük ve nankörlük olarak gösterildi. Ve biz de utandık, yerimizde saydık. Elimizdekiler için şükrettik. Oysa ki hayallerimiz vardı, arayışımız pusulamızdı ama çevremizdeki insanlara kulak vererek içimizdeki sesi duymazdan geldik. Daha gençken yüreğimizi dinlerdik, çevremizin ne dediğini umursamazdık ama etrafımızdaki insanlara kulak verdikçe ve sahip olduğumuz  şeylerin elimizden gideceğini düşündükçe kendi kalbimizin isteklerine ket vurduk. "Fedakalık" 'tı bizim yeni bahanemiz ya da kelepçelerimiz. Neden "ben"'i unuttuk ve şimdi debelendikçe daha da çabuk "hayat mücadelesi" bataklığına saplandığımızı görüyoruz.

Okumanızı tavsiye ediyorum.

"En kusursuz cinayet, yaşama sevincini öldürmektir."

"Bir şeyi gerçekten istersen" demişti yaşlı adam ona, "onu gerçekleştirmeni sağlamak için bütün evren işbirliği yapar."

"Sözcüklerin gereksinim duymayan bu dili çözümlemeyi öğrenmeyi başarırsam dünyayı kavramaya başlayacağım."

                                                               Sevgilerle,@kitapdiari

 

 

 

MY REVIEW

 

A quest story. The person's looking for a way to realize himself. A person who is searching must not leave his / her target despite all obstacles. One should not settle for less, and should not hide behind excuses because years later, a person whose dreams are unfinished feels that he does not enjoy life and that something is missing but he cannot know why. Because that voice in you is silenced and the excitement in your heart is dead. He lives only day by day and has the feeling of something unfinished.

They taught us to settle for what we have, to dream or to ask for more was shown as greed and ungratefulness. And we were ashamed and stand. We gave thanks for what we got. Whereas we had dreams, our search was our compass, but we listened to the people around us and ignored the sound within us. When we were younger, we listened to our hearts, we didn't care what our environment said but as we listen to the people around us and think that what we have will slip out of our hands, we hinder the wishes of our own hearts. "Sacrifice" was our new excuse or handcuffs. Why did we forget the "I" and now we're getting into the swamp of the "struggle for life" even faster. I suggest you read it.

 

                                                      Sincerely,@kitapdiari

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Herkese Merhaba!

Gabriel Garcia Marquez: Kırmızı Pazartesi / The Red Monday

Silvia Federici: Caliban ve Cadı Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim