İhsan Oktay Anar : Puslu Kıtalar Atlası / The Atlas of Misty Continents


TANITIM:

Bir "ilk kitap", Türkçe edebiyatta yeni ve pırıltılı bir yazar... "Yeniçeriler kapıyı zorlarken" düşler üstüne düşüncelere dalan Uzun İhsan Efendi, kapı kırıldığında klasik ama hep yeni kalabilen sonuca ulaşmak üzeredir: "Dünya bir düştür. Evet, dünya... Ah! Evet, dünya bir masaldır." Geçmiş üzerine, dünya hali üzerine, düşler ve "puslu kıtalar" üzerine bir roman. Hulki Aktunç'un önsözüyle...













YORUMUM


Kitabı ikinci defa okudum ve yine zevk aldım. Şimdi kitabı daha iyi algılayabildim. Dili yine beni zorladı ama hikâyenin zaten bütünlüğe ihtiyacı yok. Bu bir postmodern roman. Yazar metinlerarası tekniğini kullanmış. Kitabı okurken sık sık “Sofie’nin Dünyası” kitabını anımsadım. Kitap tarihi, mistik ve fantastik anlatımı var. Birbirine geçmiş anlatılardan oluşuyor, sanki rüya içinde rüya gibi. Varoluşumuzu sorgulayan bir hikaye olmuş. Hikayede neredeyse hiç kadın karakter olmaması ilginç. Hayatın ta kendisi gibi gerçekçi bir anlatımı var. Duygulara yer yok. Her şeyi olduğu gibi kabul edip devam etmek gerekiyor çünkü her şey senin hayrına.
Kitabın isminde anlaşıldığı gibi aslında bu atlas bizim yaşadığımız hayat ve genellikle yaşarken her şey puslu olduğu için önümüzü tam göremiyoruz. Bir üst bilinç sayesinde (onun rüyası olabilir) bazı ipuçları alıp hayatımıza yön veriyoruz.
Uzun İhsan Efendi, aslında yazarın ta kendisi. Ona göre, Dünya’yı keşfetmek için uzağa gitmemize gerek yok. Rüyalarımız bizim niyetlerimiz oluyor. Hayal ettiğimiz kadar varız. Dünya içimizde ve rüyalar sayesinde astral seyahatler yapabiliriz. Tibetliler bunu çok kullanmışlar. Ayrıca hikayede İhsan Efendi’nin görme ve duyma uzuvları yok edildiği halde yetisini kaybetmiyor. Çünkü o bu dünyayı iç gözüyle görüyor ve duyuyor. Bu bana  Eşref Armağan’ı anımsattı.
Uzun İhsan Efendi'ye göre, “Sizler, hepiniz, içinde yaşadığınız dünya, Konstantiye, her şey, sadece ve sadece benim düşüncemde varsınız, Rendekar yanılıyor: Düşünüyorum, ama sadece ben var değilim. Düşündüğüm için asıl sizler varsınız; sizler ve içinde yaşadığınız dünya.” Aslında bir insanın varoluşu başkasının tıkanıklığıyla ispatlanabileceğini vurguluyor. Herhangi bir şeyin ismini koyan her zaman başka birisi olmuştur.
Bünyamin babasının rüyasının bir kahramanı ama daha sonra yavaş yavaş  farkındalığı yükseliyor ve kendi yaşadığı olaylar sayesinde hayata gözlerini açıyor. Bekçi gibi devamlı uyan insanlar var. Dünyada bir yer kaplıyorlar ama anlamsız yaşıyorlar (uyuşmuş halde).
Ebrehe , kıyamet gününün ne zaman olacağını bildiği için bunu önlemek için bütün bilgileri kullanıyor ama kandırılıyor. Hayatımızı bazen akışına bırakmak zor olabiliyor ama hayat öyle bir ders veriyor ki bir yerden sonra her şeyi oluruna bırakmak zorunda kalıyoruz. Tavsiye ediyorum.

“Uzun İhsan Efendi, Dünya’nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı.”
 “Üzerindeki elbise nasıl ki yünden meydana geliyorsa, içinde yaşadığımız dünya da ‘varolmayandan’ meydana geliyor. İşte biz buna, ‘yaratılmamış olan’ diyoruz.”

                                                                Sevgilerle, @kitapdiari

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Herkese Merhaba!

Gabriel Garcia Marquez: Kırmızı Pazartesi / The Red Monday

Silvia Federici: Caliban ve Cadı Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim