Taçlı Yazıcıoğlu: Hep Sondan Başlar


TANITIM:
“Yaşamıma şöyle bir baktığımda sürekli hikâye içinde hikâyeler görüyorum. Hangisi yan, hangisi ön? Birinden daha az söz edince, sansürlemiş gibi mi olur insan? Karar veremiyorum. Yalnız içimde senelerdir dönüp dolaşan, esas hikâye sanki başkaymış gibime geliyor. Ana kahramanları başka kişiler olan hikâye, nasıl senin hikâyen olabilir?”
Yaşam sonunu bildiğimizi varsayıp okumak istediğimiz bir hikâyedir, tıpkı Ece Beyhan’ın sondan başlayan hayatının romanı gibi. Avrupai görünmenin moda olduğu zamanlar, Arnavut kaldırımı sokaklar, havai görünmekten kaçınması öğretilen tutkulu kadınlar, siyah beyaz filmler... Ece bunları yazarken, geçmişinden insanlar ve yerler bir araya gelmeye, beklenmedik yeni sonlar oluşmaya başlar. Anlatıcılar değişir, aşklardan şehirler, şehirlerden öyküler çıkar. Taçlı Yazıcıoğlu, okuyucuya şaşırtıcı sonlar hazırlayan, roman sanatına vâkıf, coşkulu bir yazar.
Hep Sondan Başlar, 1970’lerin Büyükada’sından Milano’ya, 1980’lerin Londra’sına ve günümüz İstanbul’una uzanan yaşamların, yaşamdaki sonların ve başların romanı.


YORUMUM

Sürükleyici bir roman. Bir insanın hayatının dibe vurduğu an aslında gerçek kendini bulmaya başladığı  zamandır, yani uyanışıdır. Bizim hayatımıza giren insanlar bizi bu uyanışa zorlarlar. Anılarımıza bakınca onlar bizi kızdırıyor, hayal kırıklığına uğratıyor veya üzüyor ama zamanla anlıyoruz ki bizi kendi güçlü yanlarımızı bulmamıza yardımcı olmuşlar. 
Bu kitap bir anakronik roman. Geçmişe, şimdiye ve geleceğe gidip geliyoruz ve insan kendi anılarında dolaşırken başkalarının hikayesinde nerede yer aldığını görüyor. Hikayedeki kahramanlar, yaşadıkları deneyimlere göre hayatlarını yaşıyorlar. Bazıları zamanı dondurmuş halde yaşıyor çünkü yaşadıkları hayal kırıklığını aşamıyorlar ve devam etme gücünü kendilerinde bulamadıkları için bir döngüde "yaşayıp" duruyorlar. Yani aynı kopartmanda devam ediyorlar çünkü diğer kompartımana geçmek için cesaret gerekiyor. Bazıları da yaşadıkları kötü deneyimlerden kendileri hakkında hüküm verip ona göre ömür boyu kendilerini cezalandırıyorlar. 
Yazarın, insan hayatını trene benzetmesini çok beğendim. Bizim istikametimiz belli. Her kopartmanda bir hikaye var ve o hikayeler iç içe geçmiş bulunuyor. Biz bir kompartımandan diğerine geçiyoruz ve karşılaştığımız insanları orada anılarımızdaki gibi bırakıyoruz. Herkes aynı anıyı farklı hatırlar çünkü hepimizin baktığı pencere farklı. Hiçbir zaman insanlar tam olarak kendilerini açamıyorlar çünkü onlar da içlerindeki yaraları tam olarak bilmiyorlar. O yüzden burada yaşam öykülerin yazılmasının önemi ortaya çıkıyor. Böylece hayatındaki parçalar birleştikçe yavaş yavaş anlam kazanıyor. Böylece, geçmişi geride bırakıp hayatı gerçekten yaşamaya başlıyorlar. 
Güzel bir roman. Tavsiye ederim.

"Bazen bir an o kadar güzeldir ki, fotoğrafını çekmek, ne de yazmak istersin.Seni o andan koparacaklarını bilirsin."
"Hayatım, bütününün çok zor anlaşılacağı, bölük pörçük zamanlardan ibaretmiş. Meğer hayat boyu bir parçadan diğerine geçilen anıları hafıza ancak sonradan birleştirebilirmiş."
"Hep ne zaman işlediğimiz bilmediğimiz, pişman olunacak günahlarımızla karşılaşır mıyız? Hep geçmişi yeniden keşfetmekle mi geçer ömrümüz?"
"Sadece anneler değildir çocuklarını kendilerinin bir parçası gibi gören. Evlatlar da annelerinin anne olmaktan öte bir varlık olduklarını çok zor anlarlar. Hatta bazen anlayamazlar. Hem zaten bir evlat annesini ne kadar tanıyabilir ki?"

                               Sevgilerle, @kitapdiari

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Herkese Merhaba!

Serpil Ciritçi : Kuantumun Gücü

Silvia Federici: Caliban ve Cadı Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim