Cormac McCarthy : “Yol”


YolTANITIM:
Modern Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan, sıklıkla Herman Melville ve William Faulkner gibi ustalarla kıyaslanan Cormac McCarthy kariyeri boyunca Güney gotiği, Western ve postapokaliptik türlerde verdiği birbirinden başarılı eserlerle Pulitzer, National Book, National Book Critics Circle ve MacArthur Fellowship gibi ödüllerin sahibi oldu. 2009 yılında sinemaya da uyarlanan Pulitzer ödüllü Yol, kıyamet sonrası edebiyatının en önemli örneklerinden.
Bir baba ve oğlu yanıp kül olmuş Amerika topraklarında sonu asla gelmeyecekmiş gibi görünen bir yolculuğa çıkar. Niyetleri orada onları bir şeylerin bekleyip beklemediğini dahi bilmedikleri sahile ulaşmaktır. Rüzgârda uçuşan kurşuni küller her yeri ele geçirmiştir. Bu yıkım sonrası yolculukta kendilerini savunabilecekleri bir tabanca, yağmaladıkları yemekler ve birbirleri dışında hiçbir şeyleri yoktur.
Hiçbir umudun kalmadığı bir gelecekte bir baba ile oğulun hayatta kalmak için verdiği mücadeleyi anlatan Yol nihai yıkım, umutsuz azim ve bunlara rağmen kaybolmayan şefkatin anlatıldığı bir şaheser.



YORUMUM



Cormac McCarthy’ye göre yol artık keşif, özgürlük, umut sunmaz. Yolda ilerlemek, yer değiştirmek, yaşanacak bir gün daha kazanmaktan başka anlam taşımaz...

Yazar, yalnızlığı ve çaresizliği çok iyi tasvir etmiş. Terkedilmiş yerleri betimlerken insanın içi hüzün kaplıyor çünkü insanlar bu eşyalara sahip olmak için nelere katlandılar kim bilir diye düşünmeden edemiyor insan. Ne için yaşıyoruz ? Bu felaket sahnelerini okurken eşyanın insanlar için sadece bir araç olduğunu ve biz bunu unuttuğumuzu fark ediyorum. Diyaloglardan anlıyoruz ki dünyaya bir felaket gelmiş. Ağaçlar ölüyor, böcek, kuş, hayvanlar neredeyse yok olmuş o yüzden yamyamlık yeni bir besin kaynağı olmuş.

Kahramanlarla beraber yolu yürüdüğümü ve onların yorgunluğunu hissettim. Özellikle bilinmezlik ve belirsizlik insanı yoruyor, tıpkı hayat yolculuğu gibi. Yolun diğer virajında bizi ne bekliyor bilmeden devam etmek çok zor. Ve bu yolda yürürken iyi insanlarla karşılaşmak çok az olduğunu bilmeniz sizi umutsuzluğa sevk ediyor. Ayrıca, yolda yaşadığın deneyimler seni sınava tutarken vicdanını kirletmeden ilerlemek hiç kolay değil.

Yol bana "hayat" gibi geldi . Baba öğretmen/rehberdi.Çocuğa hayatta kalmayı öğretti. Doğru ve yanlışı gösterdi. En sonunda büyüdüğünü ve babasının da hatalı olan yönlerini gösterdi.  Bu da onun artık hayatta tek başına baş edebileceğini gösterdi. Özellikle hastalanıp ölümden dönmesi onun erginliğe geçişini görüyoruz. Baba, kahramanlar ile ilgili hikayeler anlatıyor. Oğlunun özünde iyi olması için çabalıyor. Erdemli bir insanın niteliklerini aktarıyor.  O yüzden de insanlık ateşini göğsünde sonuna kadar taşıması için onu yüreklendiriyor. İnsan olma onurunu kaybetmemesi için ona silahla kendisini nasıl öldüreceğini öğretiyor. Baba aynı zamanda çocuğa hayatın gerçeklerini de anlatıyor çünkü onun hayatta kalması gerektiğine inanıyor. Ona göre, bu çocuk insanlığın son umudu. Bu çocuğun insanlık ateşi sayesinde iyi insanlar yeniden dünyayı inşa edecekler.

Aslında çocuklar iyi niyetli olduklarını ama etrafındaki büyükler onlara bencil olmaları gerektiğini öğrettiklerini biliyoruz. İşte hepimiz bu çocuk gibi içimizdeki iyi niyeti sonuna kadar kaybetmemeliyiz. Her ne kadar hayat yolculuğumuzda bazı insanlar yüzünden insanlığa olan umudumuz azalsa da iyiye olan inancımızı kaybetmemeliyiz.

Ayrıca okuduğumuz kitap  Viggo Mortensen ve Charlize Theron'un oynadığı 2009 tarihli bir filme uyarlanmış.

“Bu yolda tanrı kelamı eden adamlar yok. Gitmiş onlar ve ben kaldım ve yanlarında dünyayı da götürdüler. Soru: Asla olmayacak olanı nasıl ayırırsın asla olmamış olandan?”

“Küçük sözlerden dönersen, büyük sözlerden de dönersin. Öyle demiştin.”

“- İyi olacağız, değil mi, baba?

-Evet . Olacağız.

-Ve başımıza hiçbir kötü şey gelmeyecek.

-Doğru.

-Çünkü biz ateşi taşıyoruz.


-Evet. Çünkü biz ateşi taşıyoruz.”

                                 Sevgilerle,@kitapdiari


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Herkese Merhaba!

Gabriel Garcia Marquez: Kırmızı Pazartesi / The Red Monday

Silvia Federici: Caliban ve Cadı Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim